Boğaziçi Film Festivali’nde Dünya Prömiyeri Heyecanı

13. Boğaziçi Film Festivali; çekimleri Rusya ve Çin’de, zorlu tabiat şartları al-tında gerçekleştirilen ve ailesi uğruna hayallerinden vazgeçen bir gencin dokunaklı hikâyesini ele alan “Sanding Dreams”in dünya prömiyerine ev sahipliği yaptı.

Boğaziçi Film Festivali’nde Dünya Prömiyeri Heyecanı

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı’nca gerçekleştirilen 13. Boğaziçi Film Festivali bugün bir dünya prömiyerine ev sahipliği yaptı. Yetenekli roket bilimi öğrencisi Paşa’nın, ailesi uğruna hayallerinden vazgeçmek ve yüzünü; uzaydan kuma çevirmek zorunda kalışını dokunaklı biçimde işleyen “Sanding Dreams”, dünya prömiyeri heyecanını; Uluslararası Uzun Metraj Yarışması’nda yer aldığı 13. Boğaziçi Film Festivali’nde yaşadı.

 

Atlas Sineması’ndaki gösterim sonunda seyircilerin uzun süren alkışlarıyla karşılanan film ekibi tam kadro sahnede yerini alırken yönetmen Anton Mamykin ve başrol oyuncusu Darya Ekamasova da soruları cevapladı. Yıllar önce izlediği bir belgeselden etkilenerek hikâyeyi kurduğunu söyleyen yönetmen; filmin arka planını şöyle anlattı: “Bu konu hakkında bir belgesel izlemiştim; düşen roketler yüzünden sıkıntı yaşayan köyde yaşayan insanları. Masalsı görünebilir ama bu gerçek bir durum. Bu köy hakkında bir hikâye yaratmak benim için önemli hale geldi. Kaybetme duygusu ve bir sonraki adımının ne olacağını arama duygusu, beni tetikleyen şey oldu. O dönemde reklam filmleri çekiyordum ama işin içine ruhumu koyacağım, endüstriyi değil kalbimi dinleyeceğim bir iş yapmak istedim ve bu filme başladım.” Filmde uzaya karşıt olarak yer edinen ve filmde de adını veren ‘kum’da çalışmak hakkında “Zordu çünkü kum; öngörülemez, kontrol edilemez bir şey.” diye konuşan yönetmen, asıl zorluğun ise Çin’de film çekmekte olduğunu çünkü kaynak sıkıntısı ve prodüksiyon tasarımında zorluklar yaşadıklarını dile getirdi. Başrol oyuncusu Darya Ekamasova ise zorluklardan çok güzellikleri hatırlıyordu: “Anton’un, beş sene önce bana senaryoyu gönderdiği günü hatırlıyorum. Anton büyük bir sanatçı ve bu filmi yaratmak için aldığı ilham ve yaptığı her şey harika.”

 

“Yapımcı olarak tersini tercih ederdim ama yönetmenin istediği gibi yaptık”

 

Uluslararası Uzun Metraj Yarışması’ndaki bir diğer yapım; Rotterdam Film Festivali Jüri Özel Ödülü sahibi “In My Parents' House”un, Cinema Pink’teki gösteriminin ardından filmin yapımcısı Leopold Pape, soruları cevapladı. Yönetmen Tim Ellrich ile uzun yıllardır tanıştıklarını ve daha önce Ellrich’in kısa filmlerinin de yapımcılığını üstlendiğini belirten Pape, “In My Parents’ House”un yapım süreci hakkında ise şunları anlattı: “Bu, yönetmenin kendi ailesi ile ilgili bir hikâyeydi. Holle karakteri aslında yönetmenin kendi kız kardeşi; amca karakteri de yönetmenin amcası. Benimle ilk paylaştığında ilginç bir hikâye olarak gördüm. Elbette hikâye üzerinde tartıştık ve ilk taslakları yazmaya başladık ama nereye evrileceği henüz belli değildi. Biz yazım sürecindeyken Tim’in amcası vefat etti; bu da bizi etkiledi. Öte yandan bu durum senaryoya bir yön çizmiş oldu.” Pape; Ellrich’le çalışırken yönetmen- yapımcı sınırlarını nasıl çizdiklerini ise adeta bir ders gibi tarif etti: “Bu, çok otobiyografik bir hikâye olduğu için benim görevim; Tim’i belli bir mesafede tutulmak ve o duygusallıktan arındırmaktı. Tim ise serbest olmak ve duygusal olarak ne kadar derine inebilirse o kadar derine inmek istiyordu. Bir diğer konu, şu: Aslında biz filmi renkli çektik, renk düzenlemelerini de yaptık. Kurguda bazı sahnelere siyah- beyaz uyguladık ve bu şekilde izlediğimizde ilginç geldi; Tim de bu şekilde tercih etti. Benim çok tercih ettiğim bir şey değildi çünkü siyah- beyaz filmler çok da iyi satmıyor. Yapımcı olarak filmin renkli olmasını tercih ederdim ama yönetmenin, hikâyeyi, en iyi haliyle anlatma isteği ile hepimiz siyah -beyazda karar kıldık.”

 

Günün son Uluslararası Uzun Metraj Yarışma filmi; bu yılın Altın Palmiye adaylarından “Renoir”dı. Chie Hayakawa’nın yönettiği filmin, Atlas Sineması’ndaki gösteriminin ardından yapımcı Jason Edward, soruları cevapladı. Babasının ölümcül hastalığı karşısında kendi direnme biçimlerini geliştiren 11 yaşındaki Fuki’ye odaklanan film hakkındaki en can alıcı soru; “Birini kaybettiğimizde o kişi için mi üzülüyoruz yoksa kendimi için mi yas tutuyoruz?” şeklindeydi. Edward da bu soruya çok samimi bir cevap verdi: “Zor bir soru. Bu filmin DNA’sı. Kişisel olarak ben babamı kaybettiğimde onunla geçiremediğim zamanlar için üzülmüştüm; yani kendim için değil ama şartlar için.” Japonya’da ‘orijinal’ bir film yapmanın zor olduğunu söyleyen Edward, şöyle konuştu: “Japonya’da birçok film; mangalara, kitaplara ya da farklı hikâyelere dayanıyor. Sıfırdan bir şey kurmak oldukça zor. Tüm süreci yönetmenle beraber geliştirdik. Kendisi, senaryoyu geliştirmek için, Avrupa’da çok fazla atölyeye katıldı. Bu filmde altı farklı ülkeyle çalıştık; her anlamda karmaşık bir durumdu.” Film hakkında en çok sorulan soru; elbette ismi oldu bugüne kadar. Edward, “Her gösterimde aynı soru geliyor!” dedi ve detaylı bir cevap verdi: “İlk nedeni; yönetmenin, filmle alakalı olmayan bir isim kullanmak istemesiydi. Diğer nedeni ise 80’lerde Japonların, evlerini, Renoir gibi isimlerin eserlerinin replikalarıyla doldurması. Bu bir trenddi.  Bu yüzden filmde ana karakterimiz hastanede Renoir eserlerine takıntılı hale geliyordu.”

 

“Organize kötülük, dünyanın her yerinde var”

 

Bu yıl Altın Portakal’dan yedi ödülle dönen, Seyfettin Tokmak’ın yönettiği “Tavşan İmparatorluğu”, Atlas Sineması’nda seyircilerin yoğun katılımıyla gösterildikten sonra film ekibi de söyleşiye katıldı. Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda yer alan filmin söyleşisinde; yönetmen Seyfettin Tokmak’la birlikte oyuncular Sermet Yeşil, Alpay Kaya, Perla Palamutçuoğulları, yardımcı yapımcılar Barış Duruçalı ve Can Aygör, Cast direktörü İlkim Gamze Erkan, ortak yapımcılar Bünyamin Bayansal ve İlknur Bal Kutluay, görüntü yönetmeni Ayaz Ziya Kaya, yardımcı yönetmen Serap Aydoğan soruları cevapladı.

 

Engelli bakım maaşı alabilmek için babası tarafından engelli taklidi yapmaya zorlanan Musa’nın, kendisine benzettiği yaban tavşanlarıyla verdiği özgürlük mücadelesini güçlü bir sinema diliyle beyazperdeye taşıyan filmle ilgili ilk soru; filmin isminden geldi. Yönetmense buna verdiği cevapla aslında filmin özünü tarif etti. “Dünyanın en naif, en güçsüz görünen hayvanıyla imparatorluk gibi bir şeyi birleştirmek nasıl aklınıza geldi?” sorusuna Seyfettin Tokmak’ın cevabı şöyleydi:

 

“Göçmen çocuklarla, cezaevindeki çocuklarla, zor şartlarda yaşayan çocuklarla uzun zamandır çok çalıştım. Bu çocukların hakikaten inanılmaz bir pırıltıları var! Hayal güçleri inanılmaz! Mesela bir çocuğun Afganistan’dan Berlin’e kaçması, normal bir insanın düşünebileceği bir şey değil ama bunu yapabiliyorlar. Bunu yapabilmelerini sağlayan; içlerindeki o ateş. O ateşi söndürmezsen yapabileceğinin sınırı yok! Ben Musa'yı böyle bir karakter olarak referans aldım kendime. Öte yandan Yaşar Kemal'in ‘Çocuklar İnsandır’ kitabının çok başka bir yeri vardır bende; çocuklarla o yakın teması bana çok şey öğretti. Özetle hikâyenin kurulumunda çok fazla partikül var. Benim yapmaya çalıştığım; bütün bu partikülleri bir araya nasıl getiririm? Ve finalde işte ‘Tavşan İmparatorluğu’ gibi bir şey çıktı.”

 

Filmde özellikle belli bir mekânı temsil etmekten kaçındığını dile getiren Tokmak; “Organize kötülük dünyanın her yerinde var” diye konuştu. Yönetmen; bu konudaki düşüncelerini şöyle açıkladı: “Türkiye’de bir filmi çekiyorum, hissiyatı ile yapmak istemedim. Şuranın çocuğu buranın çocuğu, diye bir şey yok; hepimize ait bir ‘çocukluk’ var. Çocuksan ve baskılı bir sistemin/ düzenin/ ailenin içindeysen sorunlar çok benzer. İstismar alanı bıraktığınızda yapılamayacak hiçbir şey yok; yeter ki o istismar alanı oluşsun! Ekip olarak hep şu histeydik: Sanki Sovyetler dağılmış, biz bir yerdeyiz ve neresi olduğu çok da önemli değil. Coğrafî, müzikal, oyunculukla ilgili, kostümle ilgili bir işaretimiz olmasın. Çünkü Tayvan’daki insanlarla da aynı tartışmaları verdi film ya da Meksika’da da. Gördüğüm şuydu: Oradaki organize kötülüğün kime ait olduğu aslında kimsenin umurunda değildi; çünkü organize kötülük aslında dünyanın her yerinde mevcut.”

 

Filmin başrolündeki Musa karakterini canlandıran Alpay Kaya ise hislerini şöyle ifade etti: “Aklımın ucundan bile geçmezdi; Seyfettin Hoca gelecek de Kars’tan beni bulacak! Şu anda bu başarıyı seyretmek, benim için gurur verici ama şu an bile rüya görüyormuş gibi hissediyorum; orada o filmi çektiğime inanamıyorum!”

 

Filmde hiç kadın karakter olmamasının sebebi sorulduğunda yönetmen, “Kadınlar bir gün ortadan kaybolsa olacak olanın, bu filmden çok farklı bir şey olacağını düşünmüyorum. Kadını çekip aldığında sefil ve yabanî bir dünya kalıyor geriye.” derken oyuncu Sermet Yeşil de “Kadın yok olduğu zaman ailenin birbirine karşı nasıl acımasız olabileceğini çok net anlatıyor.” sözleriyle Tokmak’ı destekledi.

 

Ulusal Uzun Metraj Yarışma filmlerinden “Kesilmiş Bir Ağaç Gibi”, Atlas Sineması’nda seyirciyle buluştu. Gösterim sonrası yönetmen-senarist Tunç Davut, yapımcı-senarist Sinem Altındağ, görüntü yönetmeni Cevahir Şahin ve oyuncu Muttalip Müjdeci; seyircilerden gelen soruları cevapladı. Orta sınıf ailenin çözülüşüyle göçmenlik hikâyesini birlikte işleyen filmin çıkış noktası, yönetmen için, bir gazete haberi olmuş: “Bir gazete haberi okumuştum ve haberin görüntülerine ulaşmaya çalıştım. Haber şöyleydi: Suriyeli bir göçmen, trafiğin aktığı bir caddede, caddenin ortasına gelip rögar kapağını kaldırarak kendini lağım çukuruna bırakıyordu; insanların bakışları altında. O olay beni çok etkilemişti; bu sessiz çığlığın nedenini anlamaya çalıştım.” Filmde net olarak belirtilmeyen, göçmen kadının ölmesi ya da Avrupa’ya kaçmış olma ihtimaline dair bir soruyu ise Sinem Altındağ, şöyle cevapladı: “Aslında yazarken netleştirip netleştirmeme üzerine çok düşündük; netleştirmeme yolunu seçtik. Bizim için net olarak kadın öldürülüyor ama asıl odaklandığımız şey; kadın kaybolduktan sonra biz neler yapıyoruz, kadının arkasından neler söylüyoruz, onu arıyor muyuz, aramıyor muyuz, bizim önceliklerimiz nereye tekabül ediyor? Aslında biraz da kendimizi eleştirmek ve aynı zamanda ajitatif olmamak adına orayı belirsiz bıraktık.” Oyuncu Muttalip Müjdeci ise bu filmdeki rolünün, kendi kariyerindeki önemini şu sözlerle dile getirdi: “Tunç Davut hocayı daha önce tanıyordum, onun bir projesinin parçası olmayı da çok istiyordum. Ama bunların ötesinde çok iyi bir karakterdi; ben belki ilk defa böyle düzgün bir adamı oynadım!”

 

Günün belgeseli; Nilgün

 

13. Uluslararası Film Festivali’nin bugünkü söyleşi programında bir de Ulusal Belgesel Yarışma filmi vardı. AKM Yeşilçam Sineması’ndaki gösterimin ardından “Nilgün” filminin ekibinden yönetmen Tolga Oskar, görüntü yönetmeni Atakan Demirbozan, sanat yönetmeni Ebrarnur Altın; seyircilerin karşısına çıktı. Güçlü metinleri ve genç yaştaki intiharıyla bilinen şair- yazar Nilgün Marmara hakkındaki çalışma; yönetmenin, kendi Nilgün Marmara arayışının bir neticesi. “Farklı bir hayat yaşasaydı belki daha farklı olabilirdi belki ama vedasının; içten gelen, dünyayla meselesi olmak, ayak uydurmamak, kurallara uyamamak ve kuralları değiştirememek gibi bir meseleden kaynaklandığına inanıyorum.” diyen yönetmen; sanat dünyasından sekiz isimle yaptıkları görüşmelerden derledikleri belgeselde süre sınırına takılmadan istedikleri her şeyi paylaştıklarını belirtti. Görüntü yönetmeni Atakan Demirbozan’sa özellikle Marmara’nın, “Defterler” kitabına dikkat çekti: “Benim için ‘Defterler’ kitabının yeri ayrı çünkü sadece şiirleri değil yazıları, oyunları, taslakları da vardı. Yazdığı oyunlar bile şiir gibiydi. Ve çok ruhsal bir yalnızlık da vardı. Bunu ekrana taşımaya çalıştık.” Filmin tüm yapısını, Nilgün Marmara’nın karakteri doğrultusunda kurduklarını dile getiren, sanat yönetmeni Ebrarnur Altın da “En sevdiği renk olan moru kullanmaya çalıştık.” dedi.

 

“Attitude (Tavır); benim tavrım!”

 

Uluslararası Kısa Film Yarışması filmlerinden “Attitude”un (Tavır) yönetmeni Şehrazat Rezai ve ortak yapımcısı Amir Cheraghi, AKM Yeşilçam Sineması’ndaki gösterimin ardından seyircilerin karşısına çıktı. Ücra bir köyde, menstrual döngüye engel olan sağlık sorunu nedeniyle topluluğun dışında kalan bir genç kızın hikâyesini işleyen filmin kendisi için önemini, yönetmen şu sözlerle ifade etti: “Film; kadınların vücutları üzerindeki ve kişisel özgürlük mücadelelerini anlatıyor. Bende yeri çok ayrı çünkü ilk defa bu konudaki ‘tavrımı’ (Attitude) gösterebilme şansımdı. Baskı ve zorluk altındayken kadının bedeni ve hormonları çöker. Filmdeki balerinin özgürlüğü temsil etmesi ve ana karakterin, onun danslarıyla arasında bir bağ kurduk. Menstrual döngüyü; kadınların, çevreden alıkoyulması ve buna mukabil özgürlük arayışlarını, diğer insanlarla olan kapalı iletişimi ve değişim sürecini, daha iyi bir insan olma sürecini anlatmak için kullandık.” Ortak yapımcı Amir Cheraghi de “Bu filmin kadınlarla ilgili olması, İranlı veya herhangi bir erkek olarak, benim için çok değerli ve önemliydi. Herkes için eşitlik ve kadın hakları adına önemli bir film yaptığımıza inanıyorum.” dedi. “Ya Hanonui” filminin oyuncusu Nurülhûda Dali de gösterim sonrasında seyircilere, katılımları için teşekkür etti. 

 

30’una 1 kala, hayatının hiçbir alanında istikrara kavuşamamış Lisa’nın, aldığı bir telefonla yaşadığı ‘randevu’ heyecanının izini süren “Comunque Bene”nin yönetmeni Beatrice Baldacci, film hakkında şunları söyledi: “Aile ilişkileri ve bu ilişkilerin insana etkileri hakkında filmler yapıyorum. Olumlu ya da olumsuz gibi bir sonuca varmadan bunu size bırakarak gerçekçi bir şekilde anlatmaya çalıştım. Farklı beklentilerle gittiğimiz ama beklentilerin boşa düştüğü bir buluşmayı göstermek istedim. Karakterimizin duygu değişimleri ve umutla başlayıp hayal kırıklığıyla yüzleşmesini göstermek istedim. Benim için önemli olan; bu buluşmanın gerçekleştiği ortamın yanlışlığını yansıtmaktı. Çünkü bu tarz buluşmaların daha özel ortamlarda olması gerektiğini düşünüyorum.”

 

Randevu temalı diğer bir Uluslararası Kısa Yarışma filmi “Don’t You Dare”in yönetmeni Andrev Vasılyev’in odaklandığı nokta ise randevulardaki konuşmalar ve hakikatler arasındaki farklardı; bu yüzden iki karakterin göründüğü filmde aslında dört karakter olduğunu söyledi: “Hep farklı şeyler söyleriz ama asla doğruyu konuşmayız kendimiz hakkında çünkü bu, zordur. Aslında dört karakter var ama ikisi, onların içinde diyebilirim.” Yönetmen, tercih ettikleri çekim yöntemini de “Kameraya hiç dokunmadık, sadece odakla oynadık. Şişelere, sandalyelere, masalara dokunmadan belki yirmi kez çekmişizdir.” diye açıkladı.

 

Devlet destekli bir iklim kampanyasında evcil hayvanları itlaf eden bir görevlinin, işini sorgulamasını konu edinen “Pet- Extermination”ın yönetmeni Mikkel Storm Glomstein; ülkesi Norveç’te Yeşil Parti için çalıştığını ve hayatı boyunca aktivistlik yaptığını belirterek filmdeki karakterin, bir bakıma, kendisini yansıttığını dile getirdi. Filmin, Norveç’teki işleyişi temsil etmediğini net bir dille belirten yönetmen; “Norveç, evcil hayvan kültüründe, Türkiye'ye daha yakın ve Türkiye'deki kültüre bayılıyorum.” diye konuştu.

 

Ülkesinden uzakta, babaannesiyle birlikte, savaştaki babasının dönmesini bekleyen Nesrin’in ve çevresindeki kadınların umudunu ele alan, İran yapımı “Thread”in yönetmeni Zehra Torkamanlou; film ve filmin temsil ettikleri hakkında şöyle konuştu: “Askerlerden bile çok çetin durumlarla yüzleşir kadınlar ve çocuklar. Herkesin umudunu keseceği bir hikâyede, umudunu saklayan bir karakter vardı. Bir kısa film için zordu şartlar; malî açıdan müşkül durumdaydık. Ama işlediğimiz konu, daha az çetin hale getirdi süreci bizim için.”

 

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteği, Turkcell ve Türk Hava Yolları’nın ana sponsorluğu, TRT’nin Kurumsal İş Ortaklığı, Anadolu Ajansı’nın Global İletişim Ortaklığı, Türkmedya’nın ana medya sponsorluğu, TV Plus ve İGA Pass sponsorluğunda gerçekleşen “13. Boğaziçi Film Festivali” ile ilgili tüm bilgilere www.bogazicifilmfestivali.com adresinden ve festivalin resmî sosyal medya hesapları üzerinden erişilebilir.

 

Fotoğraflar: Beyza Cömert (Anadolu Ajansı)

                      Adem Kutucu (Anadolu Ajansı)

BFF 13 Gösterim Programı